KİSECİKLİYÖRÜKOGLU  
 
  HİKAYE 08.04.2025 06:43 (UTC)
   
 

29 EKİM ZİYARETİ

 

 

 

 

 

     Ekim Ayı sonları.Yağmur süzüle,süzüle yağıyor.Çam kokusu,toprak kokusu mis gibi.Şoför koltuğunda oturan, bu temiz havayı derin,derin ciğerlerine çekiyor. Yol kenarına park etmiş arabanın camı yarı açık.Dörtlü sinyal ışıkları yanıp sönüyor. Yolculukları sırasında,arabanın havası inen tekerini değiştirmek için,   

Öğretmen Kemal Mazlum yanında eşi Gülden Hanım,yağmurun durmasını yada yavaşlamasını bekliyorlar.Arka koltukta çocukları Mehmet ile Ayşe uyuyorlar.Gülden

Hanım çocukların üstünü örterken,endişeli bir sesle:   

     -Ne yapacağız şimdi?       

    -Merak etme hayatım,yağmur yavaşlasın hemen inerim.

    Yanıp sönen ışıklar yağmur damlalarına,ağaç dallarına,kayalara,su birikintilerine ayrı bir renk katıyordu.Gülden Hanım hayran,hayran bakarken,

     -Slayt gibi,diye fısıldadı.

     Kemal başını salladı onaylarcasına.Endişesini gideren bu manzara idi zaten.Arka kotuğa dönüp uyuyan çocuklarına baktı.Saçlarını okşadı.

     İkisi de öğretmen idi.Konya’da görev yapıyorlar,işlerini seviyor,zevkle çalışıyorlardı.Onlar geleceğin Türkiye’sini yetiştiriyor,eğitiyorlardı.Fakülteden arkadaş idiler.Şimdi hem meslektaş,hem de hayat arkadaşı olmuştulardı.Kemal,altı ay önce ölen,babasının vasiyetini, yerine getiriyordu.Gerçi,babası ile birkaç defa buraya gelmişti.Babası ona:  

     -Oğlum,burada benim Mehmet Dedemin mezarı var,senede bir fırsat bulursan, ziyaret et, ihmal etme,demişti.    

     Mehmet Dede,Kemal’in babasının dedesi idi.Yani Kemal’in büyük dedesi.Kemal dördüncü kuşak idi.Kemal,babası Ömer,dedesi İbrahim ve büyük dedesi Mehmet Çavuş.

     Elini cebine sokup,cüzdanının arasından çıkardığı,Mehmet Dede’nin istiklal madalyasına baktı.Kalbinin üstüne bastırıp,öptü,öptü.Üç ablasından sonra,tek erkek çocuk olduğu,için madalya ona kalmıştı.Tekrar arka kotuğa dönüp,oğlu Mehmet’e baktı.Büyük dedesinin ismini,oğluna vermişti.Dört beş kuşak önce,bağımsızlık için destanlar yazan Mehmet’ler beş kuşak sonra,bilgisayar kullanan,internete bakan;gözlerinden yaşlar damladı.İçini çekerken,babası gözünün önüne geldi.Çok fedakar bir insandı.Onu yetiştirebilmek için nelere katlanmıştı.Şimdi sıra onda idi.Oda çocukları için bakalım nelere katlanacaktı.

     -Nur içinde yatsınlar.

     Boğazı düğümlenmişti.Eşine baktı,ağladığını hissettirmemek için,arabadan indi.Bu güzel vatan da,kendilerinden sonraki kuşaklar hür yaşasın diye,ağır bedeller ödeyen Mehmet Dede, daha onun gibi niceleri.

     Yağmur biraz yavaşlamıştı.Yanıp sönen ışıkların,birikinti sulardaki yakamozlarını seyre dalan Kemal,arka taraftan motor gürültüsü ile yolu aydınlatan bir far fark edince;daldığı düşüncelerden sıyrılıp,gözlerini silerek,yola baktı.Uzaktan bir kamyon geliyordu.Araç yoldaki suları,sıçrata sıçrata,gürültüler çıkararak,Kemal’in arabasının önüne durdu.Jandarma timine ait bir kamyondu.Araçtan iki asker ön tarafta komutanları,Kemal’e doğru yürüdüler.Öndeki üsteğmen:

     -İyi geceler,dedi.

     -İyi geceler komutan.

     -Geçmiş olsun,yardıma ihtiyacınız var mı?

     -Galiba teker patladı,değiştirecektim,yağmurun azalmasını bekledim,dedi Kemal.

     -İsterseniz bizim çocuklar,yardım etsin.

     -Zahmet olmasın komutanım,bu kadar işinizin arasında.

     -Ne zahmeti,çoluk çocuk bu dağ başında beklemeyin,dedi üsteğmen,araçlarına dönüp:

     -Oğlum Metin,diye bağırdı.Ardından:

     -Ben,Üsteğmen Mustafa,Çay Jandarma Bölük Komutanıyım,dedi.Plakaya bakarak:

     -Konya’lımısınız?diye sordu.

     -Karaman’lıyım,Karaman Merkez Kisecik Köyü’nden.Adım Kemal Mazlum,Konya da çalışıyorum,eşimde,bende öğretmenim.Kemal hem konuşuyor,hem bagajı açıyordu.Metin adındaki asker,açılan bagajdan,stepneyi kucaklarken:

     -Hocam,bijon anahtarı,krikonuz var değimli?diye sorup,tekeri,değiştireceği yere doğru yuvarladı.

     Kemal gıpta ile baktı onlara.Hepsi de civa gibiydiler.

     -Kemal Öğretmenim,Metin Ankara’lı,birde dolmuş şoförü,beş dakikada,yola çıkarsınız.

     -Gecenin bu saatinde yolculuk,dedi.Ellerini açarak,adeta sorarcasına.Üsteğmen.

     -Buraya bağlı bir,köye gidiyoruz,diyen Kemal,ayrıntıyı da kısaca anlattı.Onlar ayak üstü konuşurken,tekeri takan asker,yanlarında belirdi.Bir selamdan sonra: 

     -Tamam komutanım,dedi.

     Kemal,tekrar tekrar teşekkür ederken:

     -Komutanım hayırdır,siz bu saatte?

     -Vatanı bekliyoruz,dedi Mustafa Üsteğmen.

     -İlerde bir köyden,sürü hırsızlığı,ihbarı aldık,oradan geliyoruz.

     -Bizim oralarda da olur,dedi Kemal başını sallayarak.

     -Bölüğe dönüyoruz,bizi takip ederseniz,size çay ikram ederiz,hem ısınırsınız,dedi üsteğmen.Kemal mahcup:

     -Teşekkür ederim,zahmet vermeyelim,diyecek oldu;

     -Ne zahmeti,hem şu dedenin hikayesini merak ettim,dedi üsteğmen.

     Askeri araç önde,Kemal Öğretmen arkada yola düştüler.Yağmur tekrar hızını artırmıştı.Havada tatlı bir serinlik vardı.Yarım saat sonra,askeri binada idiler.Üsteğmen nöbetçi subayı odasını göstererek:

     -Öğretmenim,hanımefendi ile çocuklar burada dinlenebilirler,dedi.

     Kemal yine mahcup,teşekkürler ederek,eşi ve çocuklarını,odaya yerleştirdikten sonra,bina girişindeki balkona doğru yürüdü.Mustafa Üsteğmen,orada idi.Ellerini beline koymuş,gökyüzünü seyrediyordu.Adeta uyuşan bedenini hareket ettirircesine,geniş omuzlarını oynatıyor,başını sağa sola çeviriyordu..İnce belindeki palaskasından sallanan silahı,botlarının üstünden paçaları boğulmuş pantolonu;sanki kartpostal resme bakıyor gibi geldi Kemal Öğretmen.Televizyonlarda gösterilen,gazetelere haber olan,afiş ve kartpostalları çıkan,bunların üzerinde ”İKİ ÇILĞIN TÜRK” yazan,Çanakkale’de fotoğrafları çekilmiş,ayakları postalsız,elbiseleri lime,lime Çanakkale Gazileri’nin resimleri aklına geldi.İçinden “nereden,nereye?”diye geçirdi.Onu fark eden üsteğmen:

     -Kemal Bey üşürseniz,içeriye girelim,dedi.                                                                                                                 

     Yağmur durmuş,gökyüzü kızarmaya başlamıştı.

     -Şu manzarayı seyretmek istiyorum.

     -Nasıl isterseniz,derken eliyle balkondaki sandalyeleri gösterdi.

     -Oturalım mı?

     Bir süre hiç konuşmadan etrafı seyrettiler.İkisi de aynı yaşlarda idiler.Birisi silahlı kuvvetlerin,diğeri eğitim ordusunun iki neferi.Uzaklardan garaj nöbeti tutan askerin sesi geliyor,yanık yanık türkü söylüyordu.Nağmeler insanın içine işliyordu adeta.

     Zahidem kurbanın olurum,sallama beşik

     Sen ettin beni genç yaşımda aşık.

     Kemal Öğretmen,duygulanmış gözlerinden yaşlar akıyordu.

     -Etkilendiniz,dedi üsteğmen,

     -Evet.

     -Dedenizle mi ilğili?

     -Evet,eski,hazin bir hikaye.

     -Dinlemek isterim.

     -Sizi sıkmayayım.

     -Vakit geçirmiş oluruz,sabahleyin,ben evime,siz yolunuza.

     Bir asker,topuklarını vurup,elindeki çay tepsisini,masaya bıraktı.Kemal Öğretmen gözlerini sildi,boğazını temizledi,doğruldu.

     -Önce söylemiştim,biz aslen Karaman’lıyız,Kisecik Köyü’nden.Büyük dedem Mehmet Çavuş buralı,Devederesi Köyü’nden.

     -Şurası yahu,diye atılan üsteğmen,merakla:

     -Karaman,Devederesi,ne alaka?diye sordu.

     -Dedim ya eski,bir o kadar da hazin bir hikaye.Çaybardağını ellerini ısıtır gibi avuçladı,küçük,küçük yudumlar alırken,devam etti.

     -Bizler yörüğüz,komutanım.Sarıkeçili Yörüklerinden.Akdeniz,Eğe ve Orta Anadolu’nun birçok köyünde hısımlarımız var.Kışın sıcak bölgelere,yazın yaylalara gidilirmiş.Konar göçerlik yani.

     -E,dedi merakla.

     -Sultan Mahmut zamanında,zorunlu iskana tabi tutulmuşlar.Büyük dedemlerde buradalarmış.Bildiğim kadarı ile ağabeyleri,Yemen,Balkan ve Çanakkale Savaşlarından gelmemişler.Mehmet Çavuş,Çanakkale’den geliyor.Bu seferde istiklal savaşı başlıyor.O da annesini,yeni evlendiği karısını,bırakıp,cepheye gidiyor.

     -Bende Yozğat’lıyım ama Ankara’da büyüdüm.Babam kapıcılık yapardı.Bizleri zor şartlarda yetiştirdi.Rahmetli babaannem,bana da buna benzer şeyler anlattı.Onu dinlemeyi çok severdim.

     -Doğrusunu istersen komutan,aslında o kuşaktaki Anadolu İnsanlarının pek çoğu bu günler için ağır bedeller ödemişler.

     -Çok doğru,sözünüzü kesmeyeyim,dedi üsteğmen.

     -Sohbet ediyoruz,dedi Kemal.                                                                                                                                                       Çayından,tekrar tekrar içtikten sonra,arkasına yaslanıp,anlatmaya başladı.Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki,sanki önlerinde bir sinema perdesi,her cümleleri bir sahne gibi canlanmaya başladı.

     -Mehmet Dede,yani babamın dedesi,benim büyük dedem,Mehmet Çavuş;bunlar tecrübeli diye ilk önce,acemi askerleri eğitmişler.Yat,kalk,sürün,göz,gez,arpacık,ateş.Sünğü eğitimi.Geri çekilme,taarruz;yırtınmış adeta,yeni gelenler,kısa zamanda olmuşlar birer aslan parçası.Ama zaman yokluk zamanı.Silah,cephane yetersiz.Üstleri başları perişan,karınları yarı aç yarı tok.Ama.Başkomutan Mustafa Kemal’in sözü beyinlerine kazınmış.”Ya istiklal,ya ölüm.Öyle ya bu millet aç yaşar,yoksul yaşar,ama esir yaşayamaz.Bir gün,terk edilmiş bir köyde,değirmene girmişler.Taş yapı,su çarkları kırılmış.Tavanında,kalın ve geniş ardıç ağacından kirişler var.Yıllara meydan okumuş.Bu ağaçların üzerinde,tozla karışık,birikmiş un görüyorlar.Değirmen çalışırken,uçuşup,kirişlerin üstünde biriken,birikintiler.Birisi dikkatlice tavana tırmanıp,zerresini bile boşa götürmeden,bunları topluyor,ekmek yapıp yiyorlar.Uzun süren açlıktan sonra yedikleri,en lezzetli ekmekmiş.

     -Doğru.Düşman askerlerinden ölenlerin,postallarını falan giydikleri,anlatılır,diye atıldı,Mustafa Üsteğmen.

     -Sonunda Türk Ordusu,düşmanı İzmir’e kadar sürüp.denize döküyor.

     Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki,birisi anlatmak istiyor,diğeri dinlemek istiyordu.Dışarıdaki serinlik onları üşütmüyordu.Tekrar çaylarından yudum,yudum içtiler.Mustafa hiç konuşmadan meraklı gözlerle adeta “sonra” diye sorar gibiydi.Kemal devamla:

     -Buraya kadar anlattıklarım,bilinen şeyler.Dedemin hikayesi,bundan sonra.Savaştan sağ geliyor.

     Cebindeki madalyayı çıkartıp,gururla Mustafa’ya gösterdi.

     -Bu da,madalyası.Kendisinden İbrahim Dedeme,dedemden babama ve babam rahmetli olunca,bana kaldı.Benim için önemli bir emanet.

     -Sizi,kutlarım,ayrıca kıskanmadım desem yalan olur,dedi Mustafa.

     Kemal Öğretmen gururla,madalyasını cebine koyarken,nöbetçi asker aynı türküyü tekrar söylemeye başladı.

     Zahidem,kurbanın olurum sallama beşik

     Sen ettin beni,genç yaşımda aşık.

     Serin havayı içine çekerken,göz yaşlarını tekrar sildi.”Çok büyük,bedel ödemiş o insanlar,çok” diye söylendi.

-Mehmet Çavuş köyüne dönüyor.Annesi onu görünce,sevinsinmi?Üzülsünmü?Ne yapacağını şaşırıyor.”Kuzum,kara kuzum,sen bizim emanetimize sahip çıktın,ben senin emanetine sahip çıkamadım” diyor,dövünüyor,ağlıyor,başka bir şey demiyor.Sarılıyor,öpüyor hep aynı şeyi söylüyormuş.Dedemde içinden “herhalde bizimki öldü” diyormuş.Seslerine komşular geliyor.Hiç birinin ağzını bıçak açmıyor,hepsinin başı yerde.Adeta,onlarda aynı şeyi söylüyorlar.”Sen bizim emanetimize sahip çıktında,biz senin emanetine sahip çıkamadık.”İçlerinden gün görmüş,yaşlı bir komşu “oğul,sen cephede iken,ucu yanık mektubun geldiydi” deyince dedemin kulakları duymaz olmuş.sanki,söylenecek son şeyi,duymak istemiyormuş.Ama yaşlı adam yinede anlatmış.”Sen öldün,sahipsiz kalmasın diye,Zahide’yi Musa ile evlendirdik.”Diyor.O zamanlar,okur yazar ne gezer.Okuma yazma bilene,mektup okutuluyor,yada yazdırılıyor.Mehmet Çavuş’un mektubu Musa’ya veriliyor.Onunda çavuşun,hanımında gözü var.Fırsat bu fırsat mektubun ucunu yakıp,ölmüş deyiveriyor.Sonrası malum.                                                                                                                      

     -Hakikaten,çok ilğinç,hem de hazinmiş.

     -Ya!

     -Sonra?

     -Dedem,çok üzülüyor.İntikam almak istiyor.Annesi razı olmuyor.”Sütümü helal etmem.”Diyor.”Buralarda sana,rızık yok.”Diyor.Karaman’daki köyümüzü, söylüyor.” Oraya git,orada yerleş.”Diyor.Başta söylediğim gibi,bizlerin,birçok köylerde hısımları var.Bir akrabanın ismini söylenip,şimdiki köyümüze gitmesini istiyor,annesi.Bütün bunlar olurken,dedemin eşi,olanları duyuyor.Köye yakın,Karamık Sazlığı’nın sularına kendisini,bırakıyor.Cesedi bile bulunamıyor.Dedem köyümüze yerleşiyor,evleniyor.Çocukları oluyor.Torunları oluyor.Hacca gidiyor.Hac dönüşü,”birde şu eski köyümü göreyim.”Diye buraya geliyor.Geliş,o geliş.Burada vefat ediyor,buraya da defnediliyor.

     -Çok ilğinç.

     -İlğinç ya!İşte komutan,babama söz verdim,benim 29 EKİM ZİYARETİM hep buraya olacak.

 

 
 
  MENÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

YAŞAR SAY
  HOŞ GELDİNİZ

http://yasay.tr.gg

  HABERLER
  TARİHTE BU GÜN
  GÜZELSÖZLER
  GÜNÜN SÖZÜ
Çökertme.mp3
Bugün 13 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
YAŞAR SAY Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol